Merhaba Sayın Okurlar,
Bugünkü makalemizin başlığı "inanmak." Ancak, bu kelimeyi yalnızca dini bir terim olarak değil, daha geniş bir perspektiften ele alalım.
Hayatımızın farklı alanlarında inanma duygusunun ne kadar güçlü bir etkiye sahip olduğunu sıkça gözlemliyorum. Öyle ki, bu duygu bazen insanlarda bir saplantıya dönüşebiliyor. Örneğin, bir kişi "Bu yüzüğü taktığımda çok şanslı oluyorum" diyebiliyor ve yüzük değersiz, hatta zararlı bile olsa, kararsa da onu parmağından çıkarmıyor.
Başka bir örnek ise, birinin oyun oynarken arkadaşına "Sen yanımdan git" demesi. "Sen yanımdayken şansım yaver gitmiyor" diyebiliyor.
Bir olaya şahit oldum ve oldukça şaşırdım: Aklı başında bir insan, taraftarı olduğu takımın maçını izlemiyordu. "Neden izlemiyorsun?" diye sordum. "Ben izlediğimde takım yeniliyor" dedi. "Bunu defalarca test ettim. Bu yüzden izlemiyorum."
Bu tür düşüncelere sahip olan birçok insan var. Biz, bu davranışlarımızı mantıklı buluyoruz, ancak televizyonda farklı kültürlerden insanların ateş başında günah çıkarmaya çalıştığını görüp onlara gülüyoruz.
Peki, bizim batıl inançlarımız ile bu insanların davranışları arasında ne fark var?
Aslında, bilimsel olarak beynimizden yayılan enerjinin frekans gibi dalgalarla başka bir canlı beynine senkronize olduğu kanıtlanmıştır. Yani, beyinden beyine iletişim mümkündür.
Bir de bir işin olmasını çok istemek, o iş için çaba göstermek ve olacağına inanmak var. İşte bu noktada inanmanın tam yerinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu, işin yarısını başarmış olmak demektir. Ancak bir işe isteksiz, inançsız ve "şansına" diyerek başlarsanız, başarı şansınız oldukça düşük olacaktır. Hiçbir işe böyle başlanmamalıdır. İnandığımız her konuda çaba göstermeliyiz.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Hoşçakalın.
Facebook Yorum
Yorum Yazın