Merhaba Sayın Okurlar,
Bugün sizinle hep hatırlarımızda kalacak, kalmasa da doğru olan bir muhabbet edelim. Ben sosyolojiyi sevdiğim için böyle bir konuyu seçtim: Dünya hayatı. Önce dünya hayatını tarif edelim, ama bilimsel ya da dinsel olarak değil, ruhsal ve duygusal olarak.
Dünya hayatı, en ağır hesabın verildiği bir rüyadan ibaret bir imtihan yeridir. Bu dünyayı genellikle severek, canlıyı ve cansızı severek geçirelim. Çünkü insan sevdiğine yanlış yapmaz, biz de o zaman yanlış yapmayız ve dürüst oluruz.
Dünyada canlıların yaşamında en başta gelen iki faktör vardır: Zevk ve acı. Zevk, geçici ve unutulan bir duygu; ancak acı öyle değil, acı kalıcıdır ve çok zor geçer, unutulmaz. Öyle acılar vardır ki, çeken bilir; insanın hayatını bitirir. Böyle acıları çekenler bilirler. Örnek vermeye gerek yok. Allah, kimseye büyük acılar yaşatmasın.
Mecazi anlamda derler ya, insan ölüp ölüp dirilir. İşte öyle bir şey.
Konu konuyu açar, ölüm deyince siz ne düşünürsünüz bilmem ama ölüm benim için bir rüyadan uyanıştır. Öldüğünüzde ruhunuz der ki; "Vay be, bir rüya gördüm, adına dünya hayatı diyorlar. Ne kadar renkli bir alemdi ve ben de acısı tatlısıyla ne hayat yaşadım". Zaten bizim esas halimiz yokluğumuzdur. Daha önce de yoktuk, yine yok olacağız. Dünya hayatı bizim için, derler ya, devede kulak. İşte bizde de böyle. Peki, bu küçücük hayatta yanlış yapmaya, insan kırmaya, hak yemeye, başka bir canlının canına kastetmeye değer mi?
Hepinize güzel bir dünya, güzel bir yaşantı dilerim.
Hoşça kalın.
Facebook Yorum
Yorum Yazın